10 Ekim 2011 Pazartesi

Ah O Renkler...

ben her nisan mutlu olurum çok mutlu hemde! bilmem nedendir. renkler parlak papatyalar çok olduğundan belki. ben her mayıs aşık olurum. illaki biri çıkar güzel çok güzel gülümseyen kahkahasi bol yakışıklı biri. aslında tamamen o an güneşin geliş açısı ile alakalı. söyle ki güneş camda gözlerimi kamaştıran şekilde yağdığında ışıklarını biri geçer karşıdan karşıya bende görür vurulup aşık olurum. ben adam sanıp koşup peşine düşerim. bazen görür, bazen ve aslında çoğu zaman görmez. ben koştuğumla kalırım. ben her haziran kafam karışık yalnız ama mutlu platonik aşık pastamdaki mumları kör diye nitelendirdiğim -belki görecek ve asla görmeyecek- adamı dileyerek uflerim. ben her temmuz yeter derim bırak derim. yazın gün batiminda ahh ahh derim. ağustos geçmiştir denizin rengi bozlaşmıştır. ben romantik diye eylülu beklerim. beklerken hep ruhumu bekletirim sus diye. ben eylül de yağmurla anlar yağmurla ağlar vazgeçerek tövbe ederim. ekim gelir gönlümü aklımca nadasa çekerim. istemem derim. unutmadan unuttum der birde hep merak ederim. ben her kasımda o filmi izleyip belki derim. belki başkadır bu aşkta. kış gelir bütün kardan adamlar erir. manzaralar izleyip şiirler yazılır. kış biter bahar gelir. mart geçer nişan olur. ahh o renkler yok mu?!...

7 Ağustos 2011 Pazar

 beni sev!! yalnızlığına inat!!

önsöz

bu yazıda senin için hazırlanmış emir kipleri içeren cümleler bulunmaktadır. etkisi altında kalman mecburidir.



beni sev. biliyorum yalnızsın. biliyorum sende bu ara bir parça sevgiye muhtaçsın. bu cümle beni muhtaç gibi gösterdi sanırım ama benim muhtaçlığım sevgiye değil. gözlerinin içinde kocaman bir dünya var. yaşamak istediğim gezmek mutlu olmak ve bazen yağmurlarında ıslanmak istediğim bir dünyan var. renklerinde kaybolmuş gibi durman uzaklaştıramıyor beni senden... bilmem neden belki hiçbir ortak noktamızın olmadığını bile bile belki hayatımızı anlayabileceğimiz üç dört cümleyle anlatacağımızı gerisinin boş anlamsız hatta yabancı sözcüklerden oluşacağını bile bile gülüşüne hayran olmak güzel birşey. ve yalnızca bu sebepten beni sev! dünyada bir gün olsun ve o gün sev beni. öğreneceğimiz çok şey var hayattan bugün sadece beni öğren. saçlarımın rengini, gözlerimin rengini, bugün giydiğim kıyafetlerin renklerini saçımdaki tokayı, parfümümün içine saklanmış çiçeği öğren. yapabilirsin! yapmalısın! en sevdiğim çiçek papatya ama en tatlı kokan çiçek nergis. hangisinin daha özel olduğunu bir bulmaca gibi çözmelisin. o gün günlerden cuma olmalı belkide pazar. bir dönem kapanmalı kafan bomboş olmalı ki benimle doldura bilesin o günü. yeni yıl sevgililer günü herhangi bir bayram karışmamalı ki ilerde hatırladığında yalnızca bir marş ya da saçma sapan anlamlar yüklenmiş nesneler veya cümleler yüklenmemiş olsun ve kolay unutulmasın. insanın doğum gününü bile unutabileceği günler oluyor. sabah birden aklına gelmeli yüzünü yıkarken. öyle güzel bir gün seç sadece benim için!!! o gün ben ve sen yan yana gelip biz olalım. ufak bir hikaye yaz sen, hayal bile olsa bir hikayemiz olsun. anlat bana tamda ayrılırken. belki anlamsız yabancı cümlelerin içinde kaybolmayız ama kaybolursak.... aklımda kalmalı hikayen hem acı hem tatlı hemde şekerlemeler olsun içinde biz lolipop sevelim. beyaz atlı prensler ya da üvey annesi aptal kız kardeşlerle kocaman ormanlar da olmasın. bir cafe bir cadde bir sen bir ben bir biz sade olsun vanilyalı dondurma gibi sade!!! sakın söyleme sevsen de beni sakın!!! bozma hiçbir şekilde anlamını bugünün. bugün sadece öğreneceğiz seni beni. eğer anlarsak nasılsın iyi misinli cümlelerden sonra birbirimizi. söyleyecek zamanımız olur elbet ya da sadece biliriz sevginin var olduğunu var olduktan sonra ne gerek ses vermeye.yalnızsın biliyorum, helede şuan senin için yazılmış bu cümleleri hala saçma bulmadan okuyabiliyorsan yalnızsın işte.
ortada kalakalmış  bir parça, konuşmaya ihtiyacın var. belki ağlamaya ama ağlamak zordur bir başkasına. güçlü görünmek ister insan yabancılara. ben yabancı olmayacak kadar tanımanı istiyorum bizi.. tanı bizi!! yalnızlığına inat, sev bizi!!!
Yazık Bu Masallara

Çello çalmak isterdim hala da isterim ama bacaklarım korkutuyor beni.  Hayatında kendi için hiçbir şey yapmayan insanlardanım, bende o insanlar gibiyim. O  kadar alışmışım ki başkaları için yaşamaya, bana hiç sıra gelmemiş. Dememişler ki gel bizde bir dakika olsun senin için yaşayalım şu hayatta, bırak koyver bir dakika düşünme hiçbir şeyi. ama uyanıyorsun aniden bomboş  kocaman bir hayatın ardından sana bencillik bile yapmış olduklarının farkına varıyorsun. Onların egolarıyla dolmuş her yanın için bile, nefes gibi çekmişsin içine dopdolu olmuşsun kafanı başka yöne çevirtmez olmuşlar. Birgün sen çıkıvermişsin kendi kendinin karşısına, o kadar başkası dolmuşsun ki suratına çarpan tokat gibi yüzün biranda uyandırıveriyor seni. Geriye ne yapar insan kendi için diye düşünmek kalıyor. ne yapmalı ne demeli nereden başlamalı?? bir şizofren gibi hayaller görüyorsun.İşte o zaman komplo teorileri  kuruyorsun senin üzerinde uygulanmış. bundan olsa gerek korkuyorsunda geçmişinden x kişi ve y kişi sürekli kovalıyorlar seni, isteklerini sana yaptırabilmek için. Oysa bir gerçek var ki sana dair yüksek sesle söylemekten korktuğun, geri geri itiverdiğin zihninde bana ne olacak ben nereden başlamalıyım sorusunun etrafında döne döne cevaplar arıyorsun.Bulamıyorsun. Normal olmalıyım!!!  En akla gelir cevap aşık olmalıyım diyorsun aşık olmak için seferber oluyorsun. O herkesi bir çırpıda bulan prens sana geldimi ormanın acemisi. Ağzında zehirli elma, öldün öleceksin nerede bu hıyar diyesin geliyor, masala ayıp olmasın bekliyorsun. Eee para kazanayım diyorsun bu arada. Alıyorsun cüceleri yanına bir iş kurayım. Cüceler ne iş yapar ağaç keser! kaçak kesim diyorsun ama olmaz ağaçlar lazım yarın öbür gün,  yük taşısak, iş kursak batırsak, cüceleri çalıştırıp zengin olsak, kim iş verir ki? Sınavı kazansa mesela sadece cücelerin gireceği bir  işe devin tanıdıkları var diye dev girer.  Biz yine el elde baş başta kapının dışında.  Bu da olmadı. Normal olmak için ne yapmak gerek? Ne yapmalı? Yazık değil mi o cücelere cücenin işini sen git deve ver dev ne anlar cücelikten. Hala normal olamamanın çaresizliği. Sordun soruşturdun emekli olmak gerek ilerde emekli olabilmek için çalıştın, cücelerle o masal senin bu masal senin. Bu cüceler bu prenses bir masal sahibi olamadan anlatılsın bitsin mi? Gökten düşürecek elmaları bile yok elalem ne der! Prensde yok ki ortalıkta  çekip çıkarsın. o kadar krallık o kadar orman sahibi ol, sen gel kıç kadar ormanda kaybol! Masalda kıç denir mi hiç ayıp, cezalısın, bir masal ceza aldın. Tuttuğun takımda hiç kazanamadı. kurtların olduğu bir ligte kuzular tutulur mu hiç? Ahh prenses ahh senin çektiklerin. Bilseydin üvey müvey anne derdin, ayrılmazdın dizi dibinden o zaman ne sınav derdi ne iş ne aş ne aşk. normal olmak neyine, çıkmazdın odandan, içine çekerdin mis gibi bencilliklerini yardımını esirgemezdin dost dediğin düşmanlarından. Bir kez olsun nasılsın diye sormayan insanlardan, uzun uzun dinlediğin uzun uzun anlatamadığın masallarla  insanlarla mutlu olmak gerekti bazen. En azından prens navigasyon aleti alana kadar... Oysa bütün aşklar gibi onada her kredi kartı 12 taksit yapmıyor mu?

İstediğim işi bulmak, kendimi zorla o işin sahibi yapmak 50 yaşından önce nasip olmayacak sanırım.

Ne kadar anlatsak boş bu masallar. Ben gözlerimi kapattığımda başka, açtığımda başka bir hayat görüyorum bazen aradığımın hangisi olduğunu göremiyorum. Bıkkınlık bu saatlerde vuruyor hep, gözlerimi kapatmadan hemen önce olan saatlerde. Gördüklerimin büyüsüne kapılıp uyandığımda boşluğa uyanmışlığın verdiği üzüntüyü yaşamak beni böyle yapıyor. Oysa ben herkesten çok isterdim masallardan iyi şeyler çıkarmayı, masallardaki gibi yaşamayı. Her cümlemi her günümü mutlu sonla bitirip kendime düşen elmayı ısırmayı, yedi cücelere en güzel işi bulup devi de kendi işine sokmayı. Ama uyandığım zaman geçecek. Olmadı bir aspirin alırım,  c vitaminini yüksek, birde gözlerimi açık tuttum mu bunlarda geçecek bunlarda...



24 Temmuz 2011 Pazar

masallar part alice

önsöz
konuşan bir tavşan görüp takibe başlayan bulduğu ne varsa uğrunda içen o şapşal kıza sesleniyorum ne kazandın sonunda keskin bir baş ağrısından başka ha!! masallar alice için...


masallar part alice
ormanın derinliklerinde bembeyaz bir tavşanın peşinden koşan ve o tavşana takım elbise giydiren o cici kızı maceraperest olarak nitelendiren sizler. ben tişört ya da gömlek giymiş altına eski bir pantolon çekmiş bir öküze aşık olunca aptal oluyorum öyle mi? oysa ben o öküzü insan sanmıştım. ne suçum var aldanmaktan başka. oysa en büyük macerayı ben yaşamadım mı? en pahalı şişeleri ya üzerime sıktım ya da içime! macera mı istiyorsunuz alın macera size:
cafelerdeki masum bakışmalar, yollarda çarpışmalar yok artık olsada yalan zaten. aşk klavyeye düşen ekmek kırıntısı gibi çıkarmak için illaki ters çevirmek gerek bütün herşeyi, birazda sallamak. devamını getiremedim ben şimdi bu yazının bilmem belkide gelmemelidir. hep yarım kalmış bir hayat yaşayan bir kişi olarak belkide böyle olması gerekiyordu. bu yazınında kaderi böyleydi. ta ilkokulda başlamıştı yazgım belkide kimi sevsem hiç bana dönmedi yüzünü, başkalarıyla mutlu olmalarına tanıklık etmekten başka hiçbir şey gelmedi elimden. bana dönen yüzleri acıtmakta bana verilen bir görev gibiydi. o zamanlar bilmeden giydiğim kuşandığım bu silahlanmış sevme biçemi ile nasıl büyüyebilirdim?? alice gibi mi?? yani içi boş olan fincanları tutup sanki içinde çay varmış gibi davranmak mı?? hatta iki de şeker atıp karıştırmak mı hayat, aşk. kalsın demek bağırmak istiyorum. istemiyorum ben, çay da sevmiyorum. nasıl içilir ki o? insanların illa içmekteki inadı neden? çay içmiyorum dediğimde verdikleri tepki yargılayan merak içinde tamamlanan şu soru: kahvaltıda ne içiyorsun ya da kahvaltıda da mı? evet kahvaltıda da!!!

eteklerimin uçuş uçuş olmadığı aşklar yaşadım ben.evet kahvaltıda da!! gece yatmalarımda da! sabah uyanmalarımda da!! hep acıtması gerekti ağlamam gülmem koşmam koşmam ve yine koşmam gerekti. çilekli dondurma sevdiğini öğrenmem gerekti. kıskanç olduklarını öğrenmem gerekti. canlarından çok sevdiklerini birde canlarını çok sevdiklerini öğrenmem gerekti. iki can arasında yakantopu havada tutmaya çalışmaktı benim maceram. alice ise hiçbirini öğrenmeden masanın üstünde iç beni yazan şişeyi içecekti. küçülecek küçülecek küçülecekti büyümeye karar verdiğinde ise herşeyi yıkıp geçecekti. bense büyüktüm kendimce hep küçülemediğimden başıma düştü bütün yıkıntılar. bilemiyordum nasıl oluyordu küçülmek.
aslında kural basit ilk hamburger yemeye gidersin ilkokulda da lisede de üniversitede. sonrası zor işte bir süre sonra aslında hamburger sevmediğinin farkına varıyorsun. birde yanağına bulaşan ketçapı fark edememesine şaşırmak büyütüyor bir kez daha insanı. alice bir ısırıkla dünya değiştirmişti oysa.
içmek fiilini çekeceğiz şimdi alice ile, alice içer kendinden geçer bir ağaç dibinde uyanır düş müydü der?
ben içerim seninle içerim kendimde kalırım bir klozet kapağına dayanmış uyanırım kusarım sana kusarım ona kusarım rezilliğin bini bir para!!

alice gibi olamayacaksam neden kandırdılar beni bu saçma masallarla. ben aslında bir gülüşünün içinde küçülür küçülür boğulurum yeter bana. fazlasını hiç istemem. konar omzuna kelebek gibi ömrümün son günü beklerim baharı. bu masallar benim kafamı karıştırıyor çok. birde sen uzaksın ya ondan oluyor sanırım. bıraktım ben o beyaz tavşanı çoktan kraliçesine hizmet için koşup durmakta.bilsemde olmayacak bu masal ben seninle bir fincan çay içmek çayı sevmek seni sevmek isterim.

14 Temmuz 2011 Perşembe

biz seninle ☆⋰˚

biz seninle ☆⋰˚

biz seninle selamsız bir sabahı paylaşıyoruz

biz senin sen olmadığın sabahlara uyanıyoruz

sen bizsiz kahvaltılar ediyorsun

biz simitsiz çay oluyoruz

sen sen olduğun dakikalarda

martıların ayaklarına takılıyor benliğimiz

bizde biz olmaktan çıkıyoruz

gözlerin dalıyor uzaklara hani deniz karşısında

çağırıyor ya uzaklardan bir martıyı

biz tamda gülümsediğin o dalgınlıkta

tekrar biz oluyoruz

mutlu oluyoruz...



gürültücü bir vapur bacasının etrafında dolaşıp

seni arıyor gözlerimiz

biz seninle selamsız akşamları paylaşıyoruz.

yok olmamak için

senin baktığın yıldızların kuyruğuna takılıyoruz

ve bırakıyoruz kendimizi sana doğru

başkaları görüyor

biz dileksiz bir kayan yıldız oluyoruz





akşam oluyor

biz seninle selamsız rüyaları paylaşıyoruz

hayra çıkmak için yemyeşil olup denizlerden taşıyoruz

bir rüya gördük diyoruz sensiz

hayırsız bir rüya oluyoruz

umutluyuz ki biz

çocuklar gibi şen, çocuklar gibi güzeliz

senin uçurduğun bir uçurtmanın kuyruğuna takılıyoruz

çok yukarılarda güneşin kalbinde uçtuğu  yerde

biz seninle çarpışıyoruz

biz işte tamda o sırada bir bütün oluyoruz

mutlu oluyoruz.♫

19 Haziran 2011 Pazar

bekledim mi? gelmedin ki?

bekledim mi? gelmedin ki?
güzel sakin bir güne kalkmıştım o sabah. yatakta öyle tavana baktım bir süre hani insanlar ellerini göüğlerinide birleştirirde. bakarlar görmezler. görmedim bir süre hiçbir şeyi ve gördüm birçok şeyi. güzel uyandım rüyada görmedim mis gibi bir gün sanki ömrümün geri kalanını yazıyordum kader defterime eski yaprakları yırtmışım gibi. rüya görmeyince insan yüz yıldır uyumuş uyanmış gibi kalkıyor en azından ben öyle kalkıyorum. ne garip insan öyle bomboş bakarken uyku sersemi bir sürü alakası alakalı fikirde üretebiliyormuş. kahvaltı da ne yesem acaba diye düşünürken birden sahilde yürümek sıcak simitini kuşlarla paylaşası geliveriyor insanın yada güzel bir yürüyüş ardında da kahve kitap molası vermekte güzel gibi gelmişti. hah işte tam o cafede çıktın diye düşündüm karşıma. boştaysan illaki o kapıdan biri girer. boştaysan illaki bir at bir prens süsler hayalleri. belki dersin belki tanışacağımız gün bugündür.
uzun uzun yıkadım yüzümü. suya doyamadım birde duş aldım. uzun uzun oyalana oyalana ne giysem teraneleri içinde giyindim öyle uzun sürmez giyinmelerim oysa. makyajların isimleri varya bende sabah saati için güz makyajı yaptım kendime. kahvemide termosa koyup çıktım.
sahil ne de güzel o sabah. çoluk çocuk gezenler köpeğini alıp çıkanlar. kedilerini alıp gezen birilerini gördünüz mü hiç. eğer sizinle gezemeyecekse neden hayvan beslesin ki insan. köpek iyidir köpek tatlıdır azman olmadığı sürece. öğle olmuş haberim yok vallahi. herkesler dışarda uyandığım saat bu kadar kalabalığı kaldıramaz çok gürültülü olur rahatsız ederler.
hah işte karşıda o kafe nasılda güzel denize karşı. içerde hep entel dantel insanlar birde ya gazete ya dergi ya da kitap ellerinde. eyvahh unuttum bak. ne zaman bir kitaba başlasam önce sonunu okumalıyım ki okuyamadığımda en azından katili bileyim. içerden bir dergi kaparım bende.
kapı açılınca zilde çalıyor seviyorum böyle yerleri ahşap kokusu var heryerde. kahvemide bitirmişim. hay bin kunduz midemden gelen bu seste ne, eh be kuzu eh be kuzu hani kahvaltı keyfi unuttun işte.
menü güzel baya iştah kabartan şeyler var, nasıl buluyorlar bu kadar şeyi? köy kahvaltısı ımm taze sıkılmış portakal suyu ile güzel gider sanki, evet evet işte sipariş almaya geliyor mutlu insan taklidi yapan akşamdan kalmış garson. yazık diyesim geldi neredeyse, sen otur var mı bir isteğin var mı diye sormayacak kadar da gaddarım bir yandan. bir gazete ve kahvaltı istiyorum. ne gıcık bir sesi varmış aslında o kapı çanının. sanki birini bekliyorsunda gelmiyor. her çaldığında da bakmak zorunda mıyım sanki. kimseyi beklemiyorsun kuzu. içimdeki o gıcık sesle bir olan kapı çanı -öyle bir çan ki artık sadece kulağımda çalıyor- bak bak bu nasıl yanında kız arkadaşı var geç diyor. her birine bir kulp buluyor. gelir belki...
bekliyor muyum ne sabah ki hayalim çıksın bir kerede şu tamda bu sabah buna uyandım diyen insanlar gibi benimde başıma güzel birşey gelsin diyorsun. hah bu diyorum şapkasını çıkarınca birşeye benzemiyor. bu yorumlar için bir cep aynası taşımak lazım. kapınında tam karşına oturmak ne kadar zekice. ne kadar kalabalıkmış burası ve ben ne kadar kalabalıksız. bu hayat bana hiç adil davranmıyor. off offf diyorum gazeteyi katlayıp hesabı istiyorum ve bir fikir daha geliyor aklıma aptalca kahkalarla güldüren hemde uyandıran. insan hayalinde hesap öder mi? insan hayalinde o kapıdan bir şıngırtıda kendi için şıngırdatmaz mı? insan bu kadar da gaddar olmaz arkadaş diyerek kalkıyorum yataktan yüzümü yıkayıp gazeti alıyorum. ilk sayfayı okumaya çalışarak kendi köy kahvaltımı hazırlıyorum evimde sıcacık boş evimde. ben bekledim mi ki diyorum o hayalde birini ben bekledim mi? ben bekledimde o geldi mi? gelmeyecek mi acaba?? galiba beklemedim ve sen geldin ya da bekledim gelmedin. başka hayaller başka insanlar başka kahvaltılar yine de güzel mutlu sabahlar...

ekvator sendromu

gitmek ve kalmak arasındaki ince çizgideyim derler. aslında yok öyle bir çizgi. emin olabilirsiniz yok. sanırım ekvator sendromu yaşıyoruz biz. daha ilk okulda öğretilmişti bize dünyayı ortadan ikiye bölen ama aslında olmayan hani öğretmenimizin tabiriyle aslında yok ama biz var sayıyoruz dediği o en kocaman çizgi. insan illaki bir tarafına düşmüyor mu? ya evet diyecek ya hayır, ya sevecek ya sevmeyecek, ya kalacak ya gidecek. ben çizginin üstünde durdum arada kaldım diyemezsiniz çünkü o çizgi yok!!! 

gitmek ve kalmak arasında ekvator sendromu yaşıyorsanız tercihiniz gitmek olmalı! kaldığınızda her şey aynı kalacak. gidenin boşluğuyla birlikte üstüne birde kocaman yük binecek. her sabah birlikte yapılan kahvaltıları ne çıkarabileceksiniz hani o akrep ve yelkovanın her sabah aynı yere geldiğinde sizi uyardığı saatten ne de o açık çayı doldurduğunuzda farkına varmadan birde demli koyduğunuz diğer bardağı. iki ucunda kalacaksınız hayatın ve hiçte güzel kokmayacak o uçlar. pahalı da ucuz da olsa o parfümün kokusu hep burnunuzun ucunda olacak. gazete okunmayacak bir süre. sporla zaten ilgilenmediğinizden ilk spor sayfalarını karıştıracaksınız. o yüzden gidin! en hızlı aracı kullanın, koşun ama gidin. en sevdiğiniz yastığınız daha yeni aldığınız o tatlı pembe pahalı rujunuzu unutma pahasına gidin. ekvatora kadar gidin. işte görmesekte  orada olan tek çizgi ekvator.

gittiniz.
tekrar başlamak her zaman zordur zaten. kalsaydınız da zor olacaktı hem size hemde saatlerce hem güldüğünüz hemde ağladığınız arkadaşlarınıza. her insan sıkılır. düşünün ki bir menekşeniz vardı ona bakamadınız ve soldu. sizde anladınız ki çiçek bakamıyorsunuz. yerine kaktüs aldınız. dikenli ama ölmüyor. ve yılda bir kez olsun çiçek verebiliyor bazen iki. işte dikenli bir bitki almaktır tekrar başlamak. kuş yerine sessiz aptal bir balık almak ya da tam tersi tamamen hayvan sevginize kalmış. bir müddet sonra daha az düşüneceksiniz. o ilk günlerdeki geri dönmek adına elinize aldığınız telefon sadece yemek siparişi vermek ya da arkadaşlarınızı aramak için kullanılacak. evet yemek yemeye başlayacaksınız bir süre sonra. önünüzde solmuş marullardan yapılmış salatayla oynarken bulmayacaksınız kendinizi büyük pizzalar yiyeceksiniz. ya da dediğimiz gibi tam tersi o dondurmaları çikolataları boşa yemediniz. geçti artık.
birgün parkta otururken -aslında artık insanlar parklarda oturmuyorlar değil mi? ya da tek başlarına sahilde falan- bir yerde zamanı geldiğinde tekrar ekvator sendromuna gireceğiniz başka bir adam çıkacak karşınıza. belki de cebinde büyük bir silgi taşıyan bir adam. bütün çizgileri silen adam. silgi adam! evet silgi adam. silgi adam iyidir. aslında herkesin cebinde bir büyük silgi vardır. sadece kullanmak istediğimiz kişi çıkmaz karşımıza. hayatınızın silgi adamını bulmanız dileğiyle o güne kadar karşılaştığınız tüm adamlardan hızla kaçın. kalan olmayın giden olun . hızlı adımlarla kaçın hatta koşun...

18 Haziran 2011 Cumartesi

gitmeseydim çürürdüm gittim çürüdüm.

gitmeden önce sana bir hikaye anlatacağım. gitmeden diyorum evet gidiyorum sen istedin gitmemi. sana gelmem için hiçbir şey yapmazken gitmem için çok şey yaptın! farkındaydın ya da değildin ama yaptın. (konumuz zaten bu değil) neyse gitmeden anlatayım şu hikayeyi. bu hikaye iki kahramanlı bir hikaye. ejderhalar yok savaşılan, kahramanlardan biri diğerinden üstünde değil. ateş çıkmıyor avuçlarından uçmuyorlarda, sıradan basit kahramanlar uğruna savaşılan bir prenseste yok oysa sen güzel prensesler seversin ama üzgünüm yok.
adı da yok bu adamların cinsiyetleri de yok. nasıl diye sorma. yok işte. kahraman onlar iyilik mi kötülük mü amaçları bilmiyorum. anne ve babalarımız gibiler hiç sevişmemiştir ve bizide leylekler getirmiştir.ne leyla ne de mecnun bu kahramanlar. - az kaldı gitmeme ve hala anlatamadım.-
kahramanlarımız yolda yürürken uzun uzun yürürken,-düşündüm de bilemedim şimdi kurt mu çıksın kuzu mu karşılarına, kuzu çıksın değil mi?- iyi olmayan bir kuzu çıkmış karşılarına. iyi değilmiş hemde hiç. çok kötüymüş bu kuzu -hikayemde bir rol istersen kuzu olabilirsin. sevimli, tatlı, şeker mi şeker ama bir o kadarda yalancı kötü gaddar. ne yün verir ne süt verir eti zaten alamazsın bıçak görse kaçar o kadar kötü yani.
sen kuzu ol. kahramanlardan biri sorar: ne ararsın kuzu
kuzu: yeşil yeşil çimenler
kahraman: üzerine basıyorsun ya işte
kuzu:biliyorumonları az önce çiğnedim. bana basılmamış taze çimenler lazım.
-çimenlerde ben olayım. kırık, ezik ve ıslak hiçbir güneş kurutamasın beni sararıp solayım. hani ezilmiş çimen hele ki ıslaksa çürür ya öyle çürüyeyim. vıcık vıcık yediğin bitirdiğin beğenmeyip tükürdüğün çiğneyip geçtiğin-
-özür dilerim kahramanları unuttum yine-
gittiler kahramanlar hiçbir kraliyette bulunamadılar. hiçbir prensesi sevmediler, prenseslerde onları sevmediler çünki hiç görmediler - görmeden nasıl sevilebilir ki bir insan görmeden duymadan bilmeden oysa bak ben gidiyorum duymayacağım seni görmeyeceğim, görmedim zaten yinede seveceğim. neyse konu kahramanlarımızdı.)
dünya ne iyi ne de kötü oldu onlar gidince kahramanlarımız ne iyi ne de kötüydü çünkü.
yürüdüler yürüdüler belkide dünyanın sonundan aşağıya düştüler. - kuzu mu? uzaklarda yaşıyordur heralde çimenlerse öldü belkide bir kurt yemiştir kuzuyu yok ama yememiştir, ama çimenler çürüdü. sende merak etmedin çimenleri.-
şimdi gideyim ben hiçbir krallıkta bulama beni. belki yürürüm yürürüm yürürüm ve düşerim dünyanın sonundan. bir kara deliğin içine şimdikinden daha karanlık olamaz heralde dünyam.
gideyim mi? evet gideyim gelememi istemedin. gelmem için hiçbir şey yapmadın ama gitmem için çok şey yaptın.
gitmem için çok şey yaptın kalsaydım çürürdüm belkide...
"bilmem belkide" dedi çimen.
"gittin yine de çürüdün" dedi kuzu.