19 Haziran 2011 Pazar

bekledim mi? gelmedin ki?

bekledim mi? gelmedin ki?
güzel sakin bir güne kalkmıştım o sabah. yatakta öyle tavana baktım bir süre hani insanlar ellerini göüğlerinide birleştirirde. bakarlar görmezler. görmedim bir süre hiçbir şeyi ve gördüm birçok şeyi. güzel uyandım rüyada görmedim mis gibi bir gün sanki ömrümün geri kalanını yazıyordum kader defterime eski yaprakları yırtmışım gibi. rüya görmeyince insan yüz yıldır uyumuş uyanmış gibi kalkıyor en azından ben öyle kalkıyorum. ne garip insan öyle bomboş bakarken uyku sersemi bir sürü alakası alakalı fikirde üretebiliyormuş. kahvaltı da ne yesem acaba diye düşünürken birden sahilde yürümek sıcak simitini kuşlarla paylaşası geliveriyor insanın yada güzel bir yürüyüş ardında da kahve kitap molası vermekte güzel gibi gelmişti. hah işte tam o cafede çıktın diye düşündüm karşıma. boştaysan illaki o kapıdan biri girer. boştaysan illaki bir at bir prens süsler hayalleri. belki dersin belki tanışacağımız gün bugündür.
uzun uzun yıkadım yüzümü. suya doyamadım birde duş aldım. uzun uzun oyalana oyalana ne giysem teraneleri içinde giyindim öyle uzun sürmez giyinmelerim oysa. makyajların isimleri varya bende sabah saati için güz makyajı yaptım kendime. kahvemide termosa koyup çıktım.
sahil ne de güzel o sabah. çoluk çocuk gezenler köpeğini alıp çıkanlar. kedilerini alıp gezen birilerini gördünüz mü hiç. eğer sizinle gezemeyecekse neden hayvan beslesin ki insan. köpek iyidir köpek tatlıdır azman olmadığı sürece. öğle olmuş haberim yok vallahi. herkesler dışarda uyandığım saat bu kadar kalabalığı kaldıramaz çok gürültülü olur rahatsız ederler.
hah işte karşıda o kafe nasılda güzel denize karşı. içerde hep entel dantel insanlar birde ya gazete ya dergi ya da kitap ellerinde. eyvahh unuttum bak. ne zaman bir kitaba başlasam önce sonunu okumalıyım ki okuyamadığımda en azından katili bileyim. içerden bir dergi kaparım bende.
kapı açılınca zilde çalıyor seviyorum böyle yerleri ahşap kokusu var heryerde. kahvemide bitirmişim. hay bin kunduz midemden gelen bu seste ne, eh be kuzu eh be kuzu hani kahvaltı keyfi unuttun işte.
menü güzel baya iştah kabartan şeyler var, nasıl buluyorlar bu kadar şeyi? köy kahvaltısı ımm taze sıkılmış portakal suyu ile güzel gider sanki, evet evet işte sipariş almaya geliyor mutlu insan taklidi yapan akşamdan kalmış garson. yazık diyesim geldi neredeyse, sen otur var mı bir isteğin var mı diye sormayacak kadar da gaddarım bir yandan. bir gazete ve kahvaltı istiyorum. ne gıcık bir sesi varmış aslında o kapı çanının. sanki birini bekliyorsunda gelmiyor. her çaldığında da bakmak zorunda mıyım sanki. kimseyi beklemiyorsun kuzu. içimdeki o gıcık sesle bir olan kapı çanı -öyle bir çan ki artık sadece kulağımda çalıyor- bak bak bu nasıl yanında kız arkadaşı var geç diyor. her birine bir kulp buluyor. gelir belki...
bekliyor muyum ne sabah ki hayalim çıksın bir kerede şu tamda bu sabah buna uyandım diyen insanlar gibi benimde başıma güzel birşey gelsin diyorsun. hah bu diyorum şapkasını çıkarınca birşeye benzemiyor. bu yorumlar için bir cep aynası taşımak lazım. kapınında tam karşına oturmak ne kadar zekice. ne kadar kalabalıkmış burası ve ben ne kadar kalabalıksız. bu hayat bana hiç adil davranmıyor. off offf diyorum gazeteyi katlayıp hesabı istiyorum ve bir fikir daha geliyor aklıma aptalca kahkalarla güldüren hemde uyandıran. insan hayalinde hesap öder mi? insan hayalinde o kapıdan bir şıngırtıda kendi için şıngırdatmaz mı? insan bu kadar da gaddar olmaz arkadaş diyerek kalkıyorum yataktan yüzümü yıkayıp gazeti alıyorum. ilk sayfayı okumaya çalışarak kendi köy kahvaltımı hazırlıyorum evimde sıcacık boş evimde. ben bekledim mi ki diyorum o hayalde birini ben bekledim mi? ben bekledimde o geldi mi? gelmeyecek mi acaba?? galiba beklemedim ve sen geldin ya da bekledim gelmedin. başka hayaller başka insanlar başka kahvaltılar yine de güzel mutlu sabahlar...

ekvator sendromu

gitmek ve kalmak arasındaki ince çizgideyim derler. aslında yok öyle bir çizgi. emin olabilirsiniz yok. sanırım ekvator sendromu yaşıyoruz biz. daha ilk okulda öğretilmişti bize dünyayı ortadan ikiye bölen ama aslında olmayan hani öğretmenimizin tabiriyle aslında yok ama biz var sayıyoruz dediği o en kocaman çizgi. insan illaki bir tarafına düşmüyor mu? ya evet diyecek ya hayır, ya sevecek ya sevmeyecek, ya kalacak ya gidecek. ben çizginin üstünde durdum arada kaldım diyemezsiniz çünkü o çizgi yok!!! 

gitmek ve kalmak arasında ekvator sendromu yaşıyorsanız tercihiniz gitmek olmalı! kaldığınızda her şey aynı kalacak. gidenin boşluğuyla birlikte üstüne birde kocaman yük binecek. her sabah birlikte yapılan kahvaltıları ne çıkarabileceksiniz hani o akrep ve yelkovanın her sabah aynı yere geldiğinde sizi uyardığı saatten ne de o açık çayı doldurduğunuzda farkına varmadan birde demli koyduğunuz diğer bardağı. iki ucunda kalacaksınız hayatın ve hiçte güzel kokmayacak o uçlar. pahalı da ucuz da olsa o parfümün kokusu hep burnunuzun ucunda olacak. gazete okunmayacak bir süre. sporla zaten ilgilenmediğinizden ilk spor sayfalarını karıştıracaksınız. o yüzden gidin! en hızlı aracı kullanın, koşun ama gidin. en sevdiğiniz yastığınız daha yeni aldığınız o tatlı pembe pahalı rujunuzu unutma pahasına gidin. ekvatora kadar gidin. işte görmesekte  orada olan tek çizgi ekvator.

gittiniz.
tekrar başlamak her zaman zordur zaten. kalsaydınız da zor olacaktı hem size hemde saatlerce hem güldüğünüz hemde ağladığınız arkadaşlarınıza. her insan sıkılır. düşünün ki bir menekşeniz vardı ona bakamadınız ve soldu. sizde anladınız ki çiçek bakamıyorsunuz. yerine kaktüs aldınız. dikenli ama ölmüyor. ve yılda bir kez olsun çiçek verebiliyor bazen iki. işte dikenli bir bitki almaktır tekrar başlamak. kuş yerine sessiz aptal bir balık almak ya da tam tersi tamamen hayvan sevginize kalmış. bir müddet sonra daha az düşüneceksiniz. o ilk günlerdeki geri dönmek adına elinize aldığınız telefon sadece yemek siparişi vermek ya da arkadaşlarınızı aramak için kullanılacak. evet yemek yemeye başlayacaksınız bir süre sonra. önünüzde solmuş marullardan yapılmış salatayla oynarken bulmayacaksınız kendinizi büyük pizzalar yiyeceksiniz. ya da dediğimiz gibi tam tersi o dondurmaları çikolataları boşa yemediniz. geçti artık.
birgün parkta otururken -aslında artık insanlar parklarda oturmuyorlar değil mi? ya da tek başlarına sahilde falan- bir yerde zamanı geldiğinde tekrar ekvator sendromuna gireceğiniz başka bir adam çıkacak karşınıza. belki de cebinde büyük bir silgi taşıyan bir adam. bütün çizgileri silen adam. silgi adam! evet silgi adam. silgi adam iyidir. aslında herkesin cebinde bir büyük silgi vardır. sadece kullanmak istediğimiz kişi çıkmaz karşımıza. hayatınızın silgi adamını bulmanız dileğiyle o güne kadar karşılaştığınız tüm adamlardan hızla kaçın. kalan olmayın giden olun . hızlı adımlarla kaçın hatta koşun...

18 Haziran 2011 Cumartesi

gitmeseydim çürürdüm gittim çürüdüm.

gitmeden önce sana bir hikaye anlatacağım. gitmeden diyorum evet gidiyorum sen istedin gitmemi. sana gelmem için hiçbir şey yapmazken gitmem için çok şey yaptın! farkındaydın ya da değildin ama yaptın. (konumuz zaten bu değil) neyse gitmeden anlatayım şu hikayeyi. bu hikaye iki kahramanlı bir hikaye. ejderhalar yok savaşılan, kahramanlardan biri diğerinden üstünde değil. ateş çıkmıyor avuçlarından uçmuyorlarda, sıradan basit kahramanlar uğruna savaşılan bir prenseste yok oysa sen güzel prensesler seversin ama üzgünüm yok.
adı da yok bu adamların cinsiyetleri de yok. nasıl diye sorma. yok işte. kahraman onlar iyilik mi kötülük mü amaçları bilmiyorum. anne ve babalarımız gibiler hiç sevişmemiştir ve bizide leylekler getirmiştir.ne leyla ne de mecnun bu kahramanlar. - az kaldı gitmeme ve hala anlatamadım.-
kahramanlarımız yolda yürürken uzun uzun yürürken,-düşündüm de bilemedim şimdi kurt mu çıksın kuzu mu karşılarına, kuzu çıksın değil mi?- iyi olmayan bir kuzu çıkmış karşılarına. iyi değilmiş hemde hiç. çok kötüymüş bu kuzu -hikayemde bir rol istersen kuzu olabilirsin. sevimli, tatlı, şeker mi şeker ama bir o kadarda yalancı kötü gaddar. ne yün verir ne süt verir eti zaten alamazsın bıçak görse kaçar o kadar kötü yani.
sen kuzu ol. kahramanlardan biri sorar: ne ararsın kuzu
kuzu: yeşil yeşil çimenler
kahraman: üzerine basıyorsun ya işte
kuzu:biliyorumonları az önce çiğnedim. bana basılmamış taze çimenler lazım.
-çimenlerde ben olayım. kırık, ezik ve ıslak hiçbir güneş kurutamasın beni sararıp solayım. hani ezilmiş çimen hele ki ıslaksa çürür ya öyle çürüyeyim. vıcık vıcık yediğin bitirdiğin beğenmeyip tükürdüğün çiğneyip geçtiğin-
-özür dilerim kahramanları unuttum yine-
gittiler kahramanlar hiçbir kraliyette bulunamadılar. hiçbir prensesi sevmediler, prenseslerde onları sevmediler çünki hiç görmediler - görmeden nasıl sevilebilir ki bir insan görmeden duymadan bilmeden oysa bak ben gidiyorum duymayacağım seni görmeyeceğim, görmedim zaten yinede seveceğim. neyse konu kahramanlarımızdı.)
dünya ne iyi ne de kötü oldu onlar gidince kahramanlarımız ne iyi ne de kötüydü çünkü.
yürüdüler yürüdüler belkide dünyanın sonundan aşağıya düştüler. - kuzu mu? uzaklarda yaşıyordur heralde çimenlerse öldü belkide bir kurt yemiştir kuzuyu yok ama yememiştir, ama çimenler çürüdü. sende merak etmedin çimenleri.-
şimdi gideyim ben hiçbir krallıkta bulama beni. belki yürürüm yürürüm yürürüm ve düşerim dünyanın sonundan. bir kara deliğin içine şimdikinden daha karanlık olamaz heralde dünyam.
gideyim mi? evet gideyim gelememi istemedin. gelmem için hiçbir şey yapmadın ama gitmem için çok şey yaptın.
gitmem için çok şey yaptın kalsaydım çürürdüm belkide...
"bilmem belkide" dedi çimen.
"gittin yine de çürüdün" dedi kuzu.